Token_dunyasi
Bu bölümde sizlere son zamanların en çok konuşulan konularından token dünyasına adım atacağız.
Nedir bu tokenler?
Öncelikle neden ‘token’ diye İngilizce bir terim kullanıyoruz? Yok mudur bu meredin Türkçesi. Çok haklısınız - elbette tokenin Türkçe karşılığı olarak ‘jeton’, ‘gösterge’ gibi pek çok farklı terim mevcut ama bunlar içinde benim ilk kitabım ‘Sorularla Blockchain’ editörü sevgili Ahmet Usta’nın kullandığı ‘belirteç’ terimi belki de en uygunu. Yine de gördüğünüz gibi ‘tekil belirteç’ bile kulağa oldukça tuhaf gelen iki kelime. Kim bilir, belki bir gün kulağımız alışır. Örneğin ilk başta Blockchain terimini kullanırken zamanla blokzinciri terimine alıştığımız gibi. Onda bile blokzincir mi, blok zinciri mi hâlâ arada bir X platformunda Türk kullanıcılar arasında hararetli bir tartışma döner :).
Anlamına gelirsek aslında oldukça basit: Dijital dünyada, başka herhangi bir dijital ya da fiziki varlığın sahipliğini gösteren varlıklara token diyoruz.
Bu tanımı daha iyi kavrayabilmek için dijital varlık ile fiziki varlık arasındaki farkı iyi anlamak gerekiyor. Fiziki varlıklar, adından da anlaşılabileceği fiziki olarak var olan varlıklara deniyor. Dijital varlıklar ise 1 ve 0’lardan oluşan sanal dünyanın varlıkları. Dijital varlıkların en büyük avantajı zaman ve mekana bağlı kalmadan fiziki varlıklara göre çok daha hızlı hareket edebilmeleri. En büyük dezavantajları ise dijital varlıkların çok rahat kopyalanabilir olmaları. Gelin bunu biraz açalım.
Dijital varlıkları kopyalamak ya da çoğaltabilmek inanılmaz derecede kolay. Herhangi bir dijital dosyayı, örneğin bir jpeg formatındaki bir resmi farenizin sağ tarafına basıp ‘kopya’ opsiyonunu seçerek istediğiniz yere kopyalayabilirsiniz. Orjinalinden hiçbir farkı olmaz. Herhangi bir varlığı sınırsız şekilde çoğalttığınız durumda, o varlığa bir değer atfedebilmek adeta imkansız hale gelir.
İşte tüm avantajlarına rağmen dijital varlıkların biz insanlar tarafından bir değere sahip varlık olarak kullanılabilmesi mümkün değil. Peki o zaman, dijital dünyanın gelişmesi ile birlikte bu dünya içindeki dijital varlıkları nasıl kullanmaya başladık? Birileri bize kullandığımız dijital varlığın sınırlı sayıda olduğunu taahhüt etti. Örneğin, kredi kartı kullanırken ya da arkadaşımıza para gönderirken, bir banka bize kullandığımız dijital varlığın kısıtlı olduğunu söyledi. Biz de toplum olarak bankalara güvendiğimiz için bu paraların dijital olarak kısıtlı olduğunu kabul ettik.
Zaman içinde dijital dünyadaki bütün aktivitelerin finansal bacağında dijital paraları kullanmaya başladık. Dikkat ederseniz bugün artık fiziki olarak paraya dokunuşumuz giderek azaldı. Hatta kimi İskandinav ülkelerinde artık paranın kalmadığını okumaya başladık.
Blokzincir teknolojisinin biz insanlara getirdiği en büyük fayda dijital dünyadaki herhangi bir varlığı kısıtlı hale getirirken, bankalar gibi büyük finans kuruluşlarına olan ihtiyacı ortadan kaldırması oldu. Blokzincir özünde herkese açık bir kayıt defteri. Bu defter üzerine kaydedilen dijital varlıklar kısıtlı sayıda üretilebiliyor ve bu herkes tarafından görülüyor, onaylanıyor. Bankaların yüzyıllar boyunca çalışarak oluşturduğu güven konusundaki sosyal konsensusu bilgisayarlar matematik sayesinde benzer şekilde oluşturmayı başardılar.
İşte token terimi dijital dünyadaki bu varlıklara deniyor. Dolayısıyla, tokenler herhangi bir şekilde güvendiğimiz kurumlar ve bu kurumların yarattığı platformlar ya da herkese açık blokzincir altyapılı ağlar üzerinde işlem görebiliyorlar.
Peki ya ‘token’ ile ‘coin’ farkı?
Bu konuda farklı kişilerin farklı yorumları olsa da şahsi fikrim ‘token’ kavramının genel bir kavram ‘coin’ terimini ise onun bir alt kümesi olduğu şeklinde.
Kripto dünyasında, ‘coin’ herhangi bir birinci seviye blokzincirin kendine özgü parasına verilen isim. Örneğin, Bitcoin sisteminin parası olan bitcoin (yani BTC), Ethereum sisteminin parası olan ether (yani ETH) ya da Avalanche sisteminin parası olan AVAX gibi..
Bu ağların üzerine kurulu uygulamaların yarattığı paralara ise genel olarak ‘token’ adı veriliyor.
Kaç çeşit token var?
Çok :) Ama genel olarak üç farklı token türünden bahsedebiliriz.
Birincisi bildiğimiz anlamda para yerine geçen tokenler. Buna birbiri ile değiştirilebilir tokenler (ingilizcesi ‘fungible token’) diyoruz. Bu tokenler genelde belirli bir sayıda üretiliyorlar ve aynı madeni paralar gibi birbirleri ile değiştirildiklerinde değerlerinde bir eksilme olmuyor.
İkinci tür tokenler her biri diğerinden farklı olan tokenler. Bunlara eşsiz tokenler (bir başka deyişle ‘tekil belirteç’ ya da Cumhurbaşkanlığı Dijital Ofisi’nin tanımıyla Nitelikli Fikri Tapu, ingilizcesi ‘non-fungible token’ kısaca NFT) diyoruz. En bilinen örneği ile tek olarak yaratılmış sanat eserleri, ya da bir koleksiyon içinde olan ama her biri ayrı bir numara ile tekil hale getirilmiş parçalara NFT deniyor. Bu çok kullanılan örneğin yanında aslında dijital dünyadaki her tür sahiplik belgesinin aslında birer NFT olduğunu hatırlatmak lazım.
Bu iki türün yanında, bunların karışımı hibrit tokenler de mevcut. Bunlar, bir yandan daha geniş bir kategorinin alt kategorisi olarak diğerlerinden farklı, ama kendi alt kategorisi içindeki tokenler ile değer olarak aynı ve değiştirilebilir oluyorlar. Dijital dünyanın esnek yapısını düşündüğünüzde bu tip farklı yapıların çıkması çok doğal.
Peki kanuni olarak nasıl değerlendiriliyorlar?
Yukarıda saydıklarımız tokenlerin standart bakımından türleri. Bu tokenlerin kanuni mevzuatta nasıl ele alındıkları ise ülkeden ülkeye değişen hayli karmaşık bir konu.
İsviçre
Bu konuda ilk ve belki de en yaygın olarak kullanılan terminoloji İsviçre hukukunda bulunuyor. İsviçre, tokenleri kullanım alanının dikkate alarak üç temel türe ayırıyor. Ödeme tokenleri, fayda tokenleri ve varlık tokenleri.
Ödeme tokenleri, herhangi bir mal ya da hizmet alma karşılığı kullanılıyorlar. Bize tanıdık gelen pek çok kriptopara, örneğin BTC, ETH ya da SOL bu türün altına giriyor. Bu tokenlerin temel özelliği tokeni basanın token sahiplerine herhangi bir getiri vaat etmiyor oluşu.
Fayda tokenleri herhangi bir uygulamaya girmek, o uygulamayı kullanabilmek için varlar. Bu anlamda, yukarıda saydığımız tokenler aslında ait oldukları blokzincirlerde yapılan işlemlerin gerçekleştirilmesi için kullanıldıkları için bir anlamda fayda tokeni de sayılıyorlar.
Son kategori olan varlık tokenleri ise herhangi bir varlığı temsil eden tokenlere verilen genel ad. Bu varlıklar yukarıda bahsettiğimiz gibi fiziki bir varlığı temsil edebildikleri gibi, sermaye piyasası ürünlerinin blokzincir üzerine taşınması durumunda da bu kategori altına giriyorlar.
ABD
Bu alanda en büyük tartışmaların ise Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşandığını görüyoruz. Tartışmaların ne şekilde yaşandığını anlamak için işin tarihçesine kısaca değinmekte fayda var.
2009 yılında Bitcoin ile ortaya çıkan kriptoparaların önceleri görmezden gelinerek ciddi bir şekilde ele alınmıyor. Bu da çok normal. Sonuçta ülkelerin işleri başlarından aşkın ve kripto gibi bir diğer varlık sınıfı olan altının onda biri büyüklüğe sahip bir varlık sınıfını kategorize etmek öncelikler arasında yer almıyor. 2020’li yıllara geldiğimizde ABD’nin başkenti Washington DC’deki genel hava, kriptonun artık yeni bir varlık sınıfı olarak ortaya çıktığı ve kanuni bir düzenlemeye ihtiyaç duyulduğu şeklinde. Ne var ki, tam bu noktada 2022 yılında kripto dünyasında yaşanan kriz bütün taşları yerinden oynatıyor.
Krizin baş aktörlerinden olan FTX borsasının sahibi Sam Bankman Fried, son 2020 seçimlerinde başkan seçilen Biden’a en çok para veren ikinci bağışçı. Sonrasında 2022 yılında yapılan ara seçimler için de demokrat adaylara 40 milyon ABD Doları bağışta bulunuyor. Bununla da yetinmiyor ve belki koyduğu paranın karşılığını almak için DCCPA ismi verilen dijital varlıklıklar ile ilgili, tamamen kendisi gibi merkezi kurumları koruyan ve merkeziyetsiz girişimlerine köküne kibrit suyu dökecek bir yasa tasarısı için lobi faaliyetinde bulunuyor.
İşte bu kriz sonrası Demokrat Parti içinde dijital varlıklar ile ilgili olarak ciddi bir rota değişikliği yaşanıyor. O sıralar ABD’nin SPK’sı olan SEC’nin başkanı Gary Gensler’in de etkisiyle Beyaz Saray ve parti içinde “kriptovarlıklar için ayrı bir yasaya gerek yok, SEC bu işi götürebilir” görüşü ağırlık kazanmaya başlıyor. Gensler, hemen hemen tüm kriptovarlıkların birer menkul kıymet sayılması gerektiğini hararetle savunanlardan. Bunun tek istisnası olarak gördüğü varlık Bitcoin. Ethereum’un ne olduğu sorusunu doğru dürüst şekilde yanıtlamaktan kaçınan Gensler,, diğer tüm varlıkları ihraç edenlere “gelin bizimle konuşun, izin alın” diyor.
Peki kripto varlığın menkul kıymet ya da emtia olmasının ne farkı var? En temel fark, bu tokenleri alacak olanlar için yapılacak olan bilgilendirmeden geliyor. Menkul kıymet olması durumunda bu alanı denetleyen SEC’nin ciddi denetim ve açıklama zorunlulukları var. Tokeni çıkaran (bir hisse senedinde olduğu gibi) eğer bir şirket ise, o zaman bu durum çok da önemli değil - benzer açıklamaları ve başvuruları SEC’ye yaparsınız. Sorun, merkezi olmayan yapılar fotoğrafın içine girdiği zaman çıkıyor. Zira, merkeziyetsiz bir yapı SEC’ye nasıl başvuruda bulunacak?
Gary Gensler dönemi öncesi SEC yönetimi bu konuda ‘merkeziyetsizlik’ konusunu turnusol kağıdı gibi kullanarak, Ethereum dahil merkeziyetsiz tokenlerin menkul kıymet sayılmayacağını söylemişti. Gary Gensler ise bu konuda çok daha ‘muğlak’ bir çizgide. Merkeziyetsiz denen yapıların pek çoğunun aslında bu kılıf arkasına saklanan merkezi yapılar olduğunu savunuyor. Bu konuda net olarak yanıt verdiği tek kriptopara bitcoin - BTC’nin menkul kıymet olarak sayılamayacağını kabul ediyor ama kalanları için spesifik hiçbir token için yorum yapmıyor, ama genel olarak tokenlerin çoğunun menkul kıymet sayılması gerektiğini söylüyor.
İyi de koskoca ABD bu konuda hiçbir düzenleme yapmamış mı? Yapmış tabii, ama sıkı durun 1946 yılında!. ABD’nin güneydoğusunda bulunan en büyük eyaletlerinden Florida’da büyük narenciye bahçelerine sahip olan William John Howey adında bir şirket ile SEC arasındaki bir davanın sonucu aslında bu düzenleme. Kendine ait büyük arazinin yarısını, bir kira sözleşmesi ile genel halka pazarlamasından çıkıyor olay. Howey’den arazi kiralayanlar bu toprağın ekip biçme hakkını bir servis sözleşmesi ile Howey’e ait şirkete kiralıyorlar. Howey’in şirketi arazi kiralayanlar, ki bunların çoğunluğu eyalet dışından tarımla ilgisi olmayan kişiler, yetişen ürünlerin satışından dolayı yüksek gelir elde edeceklerini vaat ediyor. Bunu gören SEC, bu kiralama sözleşmesinin aslında bir menkul kıymet satışı olduğunu belirterek Howey’e dava açıyor. En son Anayasa Mahkemesi’ne kadar giden dava sonucu yargıç Frank Murphy, bu tip bir satışın bir yatırım sözleşmesi sayılması için dört temel koşulun yerine gelmiş olmasını gerektiğine hükmeden o tarihi kararı veriyor.
Literatüre Howey Test olarak geçen bu kararın içinde bulunan dört şart şu şekilde.
- Parasal bir yatırım olması
- Kâr beklentisi olması
- Varlığı satanın bir kurum olması ve alanlar ile bir finansal işleme girmesi
- Başarının başkalarının çabasına bağlı olması
Bir varlık eğer yukarıdaki dört koşul da geçerli ise o zaman bu varlık bir yatırım kontratı sayılıyor ve çıkarılmadan önce SEC’ye kayıt edilmesi gerekli. Yok eğer birinden bile testi geçemiyor ise o zaman SEC’ye başvuru yapılmasına gerek yok.
1946 yılının ortamında yapılan bu düzenlemenin bugünün şartlarına uymadığı çok açık. Özellikle de merkeziyetsiz dünyada ortaya çıkan dijital varlıklara. İşte bu nedenle, bu alanda ABD’de yeni bir yasanın çıkması sadece bu ülkede değil liderlik ettiği finansal piyasalar aracığılıyla tüm dünyada dijital varlıklara olan ilgiyi başka bir seviyeye taşıyacak boyutta.
Ülkemizde yürürlüğe giren kriptovarlık yasa tasarısı ise adından da anlaşılabileceği gibi tüm varlık sınıfını kriptovarlık olarak değerlendiriyor ve SPK’nin altına koyuyor. Token çıkarılması konusunda ise teknik olarak Tübitak’ın onayına hükmeden yasa, nihai onay sahibi olarak SPK’yı gösteriyor. Yasa görebildiğim kadarıyla oldukça yenilikçi. Kripto dünyasını tek endişelendiren konu, genel çerçeve olarak olumlu görünen yasanın açık bıraktığı boşlukların ikincil düzenlemeler ile nasıl doldurulacağı. Hep birlikte göreceğiz.
Tokenin ne gibi avantajları olabilir?
Peki herhangi bir varlığın token haline getirilmesi ne gibi avantajlar doğurabilir? Tokenizasyon alanında danışmanlık verenlere sorduğunuzda size sayfalar dolusu sayabilirler ancak bunların içinde en önemlisi ne diye soracak olursanız, buna programlanabilme özelliği denebilir. Gelin biraz daha açalım bunu.
Programlanabilir olmak
Herhangi bir fiziksel varlığı dijital hale getirdiğinizde aslında o varlığın bir taklidini yaratmış oluyorsunuz. Bunun çok da bir anlamı yok. Örneğin şu an giderek daha az kullandığımız kağıt paraların, banka hesaplarımızda duran online olarak kullandığımız dijital paralar ile fonksiyon olarak hiçbir farkı yok. Bu paraları şu aralar çok konuşulan merkez bankası dijital parası haline getirdiğimizde ise ortaya tamamen farklı bir ürün çıkıyor. Nasıl?
Merkez Bankası Dijital Paraları (İngilizcesi Central Bank Dijital Currency ya da kısaca CBDC) bildiğimiz dijital paraların tokenleştirilmiş haline verilen genel ad. Bu paraların tokenleştirmek esasında bunları birer ufak programcık haline getirmek demek (blokzincir deyimiyle ‘akıllı kontrat’ olması). Bu sayede pek çok farklı özellik getirebilirsiniz bu paralara. Örneğin, paranın hangi alanlarda kullanılabileceğini belirleyebilirsiniz. Bir örnek vermek gerekirse, Antalya bölgesinde bir sel felaketi olduğunda, sadece bu bölgedeki çiftçilerin hesaplarına yardım olarak CBDC gönderebilir ancak bu paranın kullanımını sadece temel ihtiyaç maddeleri ya da mazot alımı ile sınırlayabilirsiniz. Bu size verdiğiniz teşvikleri çok daha verimli ve nokta atışı kullanma olanağı sağlar.
Kripto dünyasında bu programlanabilir olma özelliğinin özellikle stabil paralarda sıkça kullanıldığını görüyoruz. En büyük stabil para olan Tether’in, özellikle ABD’li otoritelerden gelen istekleri hızlı bir şekilde yerine getirerek blokzincir üzerindeki hesaplarda duran UST’leri ‘uzaktan kumanda’ dondurduğunu biliyoruz. “E, nerede kaldı o zaman finansal varlıklara tam sahip olma?” dediğinizi duyar gibiyim. Kim size USDT’nin merkeziyetsiz bir para olduğunu söyledi?
Programlanabilme sayesinde gelen diğer avantajlar
Tokenlerin programlanabilir olması beraberinde pek çok avantajı getiriyor. Örneğin, finansal piyasalarda tokenleştirme sayesinde global ölçekte 7/24 çalışan ve programlanabilen varlıklar yaratıyorsunuz. Bu sayede, daha hızlı mahsuplaşma, operasyonel maliyetleri azaltma, ürünleri daha geniş kesimlerin erişimine açma ve daha şeffaf hizmet sunma mümkün hale geliyor.
Programlanabilir olmanın bir varlığa kattığı önemli değerlerden bir tanesi de likidite. Zira küçük parçalara bölebildiğiniz bir varlık, çok daha kesimler tarafından ulaşılabilir hale geliyor. Öte yandan, bu programcıkların belirli standartlar dahilinde farklı uygulamalar içinde çalışabilmesi ya da başka varlıklar ile birlikte kullanılabilmesi, token sahibinin bu varlıklara koyduğu sermayesinin çok daha verimli bir şekilde kullanabilmesini sağlıyor.
Hangi varlıklar tokenleştirilebilir?
Tokenleştirmeyi aslında fiziki dünyada bulunan hemen hemen her varlık için yapmak teorik olarak mümkün. Burada sorun daha çok varlıkların fiziki dünyadan dijital tarafa geçişinde oluyor (bu konuya az sonra geri döneceğiz). Bu nedenle, bir varlık ne kadar dijitalleşmiş ise tokenleştirmek de o kadar hızlı olabilir. İşte bunun için tokenleştirmeye ilk namzet varlıkların finansal varlıklar olduğunu söyleyebiliriz. Bonolar, hisse senetleri, şirket borçları yani kısaca herhangi bir varlık üzerinde hak iddia eden her tür finansal ürün bu kategorinin içine giriyor. Bu alanda BlackRock gibi devlerin örneklerini görmeye başladık bile. [BLACKROCK YAZISI KONMALI!!!!]. Bu tip finansal varlıkların sonrasında yine dijitalleşmiş olan fikri mülkiyet haklarının tokenleştirilmesi örneklerini görebiliriz.
Bir sonraki adımda ise sıra henüz dijitalleşmemiş ama bir şekilde standartlaşmış emtiaların (altın, gümüş, petrol gibi) tokenleşmesine gelecek. Ticari varlık (makineler, envanter, taşıt araçları), sanat eseri koleksiyonları, gayrimenkuller için tokenleştirmenin yukarıda saydığımız ürünlerin sonrasında olmasını bekliyorum. Bunun temel nedeni bu varlıkların tek ve eşsiz olmaları nedeniyle daha az likit olmaları. Likiditenin az olması bu varlıklara olan talebi ciddi şekilde düşürebiliyor.
Nasıl bir pazardan bahsediyoruz?
Token pazarının ne kadar büyük bir pazar olduğu konusunda çeşitli tahminler var. Bu konuda en büyük danışmanlık şirketlerinden BCG’nin tahmini pazarın 2030 yılına kadar yaklaşık 16 trilyon ABD Doları bir büyüklüğe ulaşacağı şeklinde. (Raporun pdf versiyonuna şuradan ulaşabilirsiniz)
[BCG token_pazari.png] Kaynak: World Economic Forum - Global Agenda Council, BCG
Pazarın yaklaşık dörde üçlük bir payının öncelikli olarak finansal varlıklardan geleceğini görüyoruz. Kalan çeyrek payın ise altyapı projeleri, araba filoları ve patentlerden oluşacağı tahmin ediliyor.
Bir varlığın tokenleştirilme adımları neler?
Peki, fiziksel bir varlık token haline gelirken hangi adımların atılması gerekiyor? Süreci beş temel adıma ayırmak mümkün.
İlk olarak tokenleştirilecek varlığı belirlemeniz gerekiyor. Bu varlık yukarıda bahsettiğimiz hisse senedi benzeri finansal bir ürün olabileceği gibi gayrimenkul gibi finans dışı bir varlık da olabilir. Bu aşamada varlığın özellikle ABD’deki yatırımcılara yönelik ise bir menkul kıymet mi yoksa bir emtia mı olarak kategorize edileceği de önem taşıyor.
İkinci konu hukuki olarak varlığının sahipliğini kanıtlamak ve değerini saptamaktan geçiyor. Bu, saydığımız tüm adımlar içinde en çetrefilli konu sayılabilir. Zira, burada işin içine üçüncü partiler giriyor. Hukuki konularda avukatlar, değerleme konusunda denetçilerin olması şu anda kaçınılmaz gibi.
Üçüncü adım varlığı dijital olarak temsil edecek tokeni yaratmak, yani tokenleştirmek. Belki de en az fiziksel efor gerektiren ama kurgulanması için ciddi bir tecrübe isteyen bir adım burası. Varlığın özelliklerini ve fonksiyonlarını belirlemeniz ve koyduğunuz kural ve kısıtlamalar ile birlikte tokeni yönetecek olan akıllı kontrat üzerine işlemeniz gerekiyor.
Daha önce doğrulamasını yaptığınız varlığın bilgisini ve ne kadar token yaratılacağını akıllı kontratlar aracılığıyla belirledikten sonra bu kontratları blokzincir üzerine kaydetmek bir sonraki adımı oluşturuyor. Blokzincirde kısaca TGE (‘Token Generation Event’ teriminin kısaltması, Türkçeye ‘token oluşturma olayı’ olarak çevrilebilir) olarak adlandırılan basım olayı tokenin doğuşu anlamına geliyor.
Son olarak, fiziki varlıkların saklanması ve tokenler aracılığıyla blokzincir üzerinde sürekli olarak takip edilmesi süreci var. Bu süreç genelde bu iş için uzmanlaşmış fiziksel varlıklar için yedieminler, dijital varlıklar için ise emanet (ingilizcesi custody) hizmeti veren sağlayıcılar kullanılıyor.
Tokenleştirmenin neresindeyiz? Sorunlar, engeller neler?
Kripto dünyasının içine doğmuş kriptoparaların yıllar içinde ciddi bir büyüme kaydetmesine rağmen, özellikle gerçek dünya varlıklarının tokenleştirilmesinin bir hayli geride kaldığını gördük.
Bu alanda belki de en büyük kullanım alanı bu kitapta başka bölümlerde de bahsettiğimiz stabil paralar alanında oldu. Stabil paralar klasik finans ile kripto dünyası arasında bir köprü vazifesi gördüler adeta. [ETHENA YAZISINI KOYALIM!!!].
Fiziksel varlıkların geride kalmasının temel nedenleri arasında başta gelen konu kanuni belirsizlikler. Bir yandan bu alanda düzenlemelerin gelmesi bir hayli gecikti. Dünyanın hemen her yerinde hükümetler bu alan daha yeni yeni eğilebiliyorlar. Özellikle blokzincirin temel değer önerilerinden biri global yapı ve hemen herkesin erişimine açık olması. Hükümetler ise kendi lokal düzenlemelerini yapıyor, yatırımcılarını korumak amaçlı müşterini tanı gibi pek çok prosedür koyuyorlar. ‘Müşterini tanı’ (ingilizcesi KYC) prosedüleri zincir üzerinde de mevcut ancak burada herhangi bir standardizasyon yok. Dijital kimlik ve reputasyon konusunda blokzincir dünyasında henüz genel yaygınlaşacak bir uygulama ortaya çıkmadı.
Öte yandan blokzincir varlıkların zincir üzerinde transferi ve mahsuplaşma konusunda klasik enstrümanlara göre kesin bir üstünlük sahip ancak zincir dışı konulara herhangi bir şekilde etki edemiyor. Bu tip konuların çözülmesi için kanuni altyapıların yetersiz olması gerçek dünya varlıklarının yaygınlaşmasının önündeki büyük bir engel.
Bunun dışında ufak ama uzun vadede çözümü mümkün kimi engeller de menvut. Örneğin tokenlerin üzerinde hak iddia ettikleri fiziksel varlıkların gerçek değerine belirleme ve bunun zincir üzerine aktarımı konusunda kimi sıkıntılar var. Likit varlıkların (örneğin petrol ya da altın) değerini saptama konusunda Oracle dediğimiz bilgi sağlayıcılar her geçen gün kendilerini geliştiriyorlar ancak likit olmayan varlıklarda bu sorun devam ediyor. Kullanıcılar çoğunlukla emanet tutanların onlara verdiği bilgilere güvenmek zorundalar.
Bunların yanında bir de tokenleştirme konusunda bir imaj problemi yaşandığını söylememiz gerekiyor. Öncelikle, tokenlerin kripto dünyasında işlem görmesi, bu alana eleştirel bakan geniş bir kesimi itiyor. Burada demografik değişimler ve kriptonun daha kabul görmesinin etkilerini daha uzun vadede göreceğiz. JPMorgan’ın denemekte olduğu, sadece KYC yapan nitelikli yatırımcıların erişimine açık olan yani toplumun büyük bir kısmınını dışlayan çözümlerin ise uzun vadede ne kadar başarılı olacağını kestirmek oldukça zor. Bir yandan da, bu alanda ilk olarak ortaya çıkan projeler, genelde geleneksel piyasalardan finansman sağlayamayan, nispeten daha riskli projelerden oluşuyor. Bu da genel olarak token projelerine bakışı olumsuz etkiliyor.