Değişen Girişimcilik ve Yatırımcılık
Geçtiğimiz yazılarda, merkezi olmayan yapılara bakmış ve neden önemli olduklarını anlatmaya çalışmıştık. Özetle, merkezi yapılar, tek bir merkezden yönetildikleri için güvenlik açısından sakıncalar yaşarlar. Tek merkezli yapılar, iç ve dış tehditler için kolayca hedef tahtası haline gelirler. Oysa ki merkezi olmayan sistemler ele avuca sığmayan cıva gibilier, nereye saldıracaksınız ki?. İşte bu özellikleri merkezi olmayan yapıları daha sağlam hale getiriyor.
Tabii iki yapı arasındaki farklar bununla sınırlı değil. Bu yeni yapılar kendi ekosistemlerindeki tüm oyuncuların davranış biçimlerini de değiştiriyorlar. Örneğin girişimciler ve yatırımcılar… Merkezi olmayan yapı ile kurulan sistemlerin ortaya çıkışıyla aslında girişim ve yatırım anlamında büyük bir değişimden geçiyoruz. Bildiğimiz klasik anlamdaki bu terimler kökten değişiyorlar. Nasıl mı? Anlatalım.
Klasik anlamda ‘Girişimcilik ve Yatırımcılık’
Efendim, normalde girişimcilik (kar için yapılanı), kaba hatlarıyla şu şekilde çalışır: Bir grup kafadar bir araya gelirler (ya da bir kişi farketmez). Bir fikir ortaya atarlar. Sonra bu fikir üzerinde kafa yormaya başlarlar. Fikri geliştirir, bu fikir üzerinden bir katma değer yaratmaya başlarlar.
Bir noktada daha fazla katma değer yaratabilmek için dışarıdan birilerinin katkılarına ihtiyaç duyarlar. Örneğin, ekibi büyütmek (ki daha fazla iş ortaya çıkarsınlar), şehir şehir gezmek (ki yeni müşteri bulsunlar), bir ofis kiralamak (ki ekibi birarada tutsunlar ve verimli çalışsınlar) ve bu sırada kendilerinin ve ekibin karnını doyursunlar. Fikirden elde ettikleri gelir henüz bu masrafları karşılamaya yetmediği durumda ve masrafları bir süreliğine karşılamak için yatırımcılardan finansman sağlamaya çalışırlar (eğer bankadan borç almak için gerekli olacak mal varlığına sahip değillerse).
Yatırımcılar önce girişimcilerin o ana kadar yaptıklarını inceler, sonra ne planladıklarına bakar ve ileride vereceği bu paraya hatırı sayılır bir karşılık alabileceğine inanır ise yatırımcılara para verirler. Karşılığında da kurdukları şirketin bir kısım hissesini alırlar.
Buraya kadar anlattığımız her şeyin kapalı bir sistem olduğunu anlayalım öncelikle. Fikir, girişimcilerin kafasında. Girişimciler bu fikri hayata geçirmek için bir şirket kuruyor ve bu şirketin tamamına sahip oluyorlar önce. Sonra yatırımcılar ile paylaşıyorlar. Fikir ve devamında çalıştıklarında oluşturdukları entellektüel girişimleri olabildiğince patent ve benzeri mekanizmalar ile koruyorlar ki başkaları taklit edemesin. Burada tüm bu katma değerin merkezinde tek bir yapı var - girişimciler, şirketleri ve yatırımcıları. Şirket belli bir büyüklüğe ulaşınca da yatırımlarını halka arz ediyorlar (İngilizcesi IPO - Initial Public Offering).
Bu, bugün gördüğümüz birçok girişimde, özellikle bizim konumuz olan Web 2.0 dediğimiz 90’ların başından itibaren internette kurulan merkeziyetçi tüm şirketlerde bu şekilde oldu. Facebook Mark Zuckerberg’in fikri olarak çıktı ve Mark hala şirketin tüm karar mekanizmalarından tek başına karar hakkına sahip. Google Sergey Brin ve Larry Page, Amazon Jeff Bezos tarafından kuruldu ve hala onlar tarafından yönetiliyor.
Yeni anlamıyla ‘Girişimcilik ve Yatırımcılık’
Ancak Web 3.0 ile gelen yeni merkezi olmayan oluşumlarda bu yapı tamamen değişiyor! Zira burada kurulan sistem bir şirket değil, bir ekosistem… ve bu ekosistemde sadece girişimciler ve yatırımcılar yok. Başka pek çok bileşen var. Girişimciler tabii var ama onlar olayı kurgulayanlar; sonrasında organizma kendi kendine büyüyor. Ne demek bu? Biraz daha açalım.
Hatırlarsanız ilk yazımızda, internetin gelişim ve yaygınlaşması ile birlikte ortaya çıkan şirketlerin (Facebook, Google, Amazon ve Apple başta olmak üzere) daha sonra ağırlıklı kar baskısı sebebiyle monopol haline gelip tüm ekosisteme (kullanıcılar, girişimciler, reklamverenler gibi) nasıl zarar verdiklerinden bahsetmiştik.
2000’li yıllarda çıkan yeni akımın ise işte bu merkeziyetçilik dalgasına bir tepki olarak doğduğundan bahsetmiştik. Dolayısıyla bu akımdan ortaya çıkan yeni yapılar Web 3.0 dediğimiz bu akımın temel felsefesini de benimsemiş olarak ortaya çıktılar. İşte o felsefenin temel noktalarından biri tekellerin kırılması; bilginin, kontrolün kısaca gücün tek bir elde toplanmaması.
Bunun için de öncelikle daha önce bahsettiğimiz gibi, sistemde tek bir merkezden ziyade kontrolün her tarafa dağıldığı bir yapı getiriyorlar ve bunu başarmak için de şifreli bir mekanizma ile kişiye duyulacak güvene olan ihtiyacı ortadan kaldırıyorlar.
Klasik anlamda girişimlerde, bir girişim başarılı olduğunda ortaya çıkan katma değerinin tamamına (ki bu şirket değeri ile ölçülebilir) girişimci ve yatırımcı sahip oluyordu. Bir de belki verilen hisse opsiyonları sayesinde bir kısım çalışan, o kadar. Şimdi ise yukarıda bahsettiğimiz felsefeye paralel olarak, fikrin gelişmesine katkıda bulunan dış geliştiriciler, sistemin çalışmasına yardımcı olan bağımsız dış kaynaklar, hatta son kullanıcılar da yaratılan bu katma değerden pay alıyorlar. Yani gücün yanında getirinin paylaşımı da artık daha demokratik oluyor.
Bu son yazdığımız demokratikleşmenin nasıl olduğuna bir sonraki yazımızda bakalım..
–
Not: Yazdığımız tüm yazıların bir bütünlük içinde nelerden oluştuğuna bakmak isterseniz Hakkımızda sayfasına göz atabilirsiniz.